Yazar Başvuru
  • Hakkımızda
  • İletişim
Perşembe, Eylül 23, 2021
Beynelmilel Post
  • Anasayfa
  • Politika
  • Teknoloji
  • Tarih
  • Uluslararası İlişkiler
    • Uluslararası İlişkiler Sözlüğü
Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
Beynelmilel Post
Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
Anasayfa Tarih

II. Abdülhamid Dönemi İslamcı Muhalefet

Huzeyfe İşler Huzeyfe İşler
20 Aralık 2020
İçinde Tarih
0
İslamcı-muhalefet

2. Abdülhamit-islamcı-muhalefet

GİRİŞ

    Osmanlı İmparatorluğunu en uzun yüzyılı olarak adlandırılan 19.yy, Batılı devletlerin modernleşme ve ulus devlet fikirleri Osmanlı içinde ayrılıkçı fikirler meydana geldiği ve devletin parçalanmasının had safhada olduğu bir dönem olmuştur. Özellikle V. Murat ve II. Abdulhamid döneminde Rusların Osmanlı üzerindeki baskılar ekonomiyi oldukça zor duruma sokmuştur. Devlet, savaşların getirdiği masrafları karşılayamaz hale gelmiş, masrafları dış borçlanma yoluyla kapatmaya çalışmıştır. Nitekim Osmanlı bu dış borçları da ödeyemeyince moratoryum ilan etmiş ve II.Abdulhamid döneminde Düyûn-ı Umûmiye idaresi kurulmuştur. 19.yy ayrıca Avrupa’dan modernleşme ile birlikte gelen sekülerleşmenin yoğun yaşandığı bir dönemdir. Modernleşme-sekülerleşme, Osmanlı içindeki gayri müslimlerin hak taleplerini de baraber getirmiştir. Osmanlı Balkanlarda çıkan milliyetçi fikirleri önlemek amacıyla Tanzimat ve Islahat Fermanı gibi düzenlemelerle kendi içindeki gayri müslimleri devlete bağlılığını arttırmayı amaçlamıştır.

     Osmanlı’nın ekonomik, siyasi ve askeri yenilgiler bürokrat ve aydın kesimler arasında “devlet nasıl kurtulur?” sorusunu gündeme getirmiştir. Devleti kurtarmak için dönemin şartlarına uygun olarak başlıca dört fikir ortaya atılmıştır; Batıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Osmanlıcılık. İslamcılık, Batıcılığa tamamen karşıdır çünkü Batı’yı taklit etmek kendi kültürümüze yabancılaşmadır. Türkçülüğün ırk temelli yaklaşımına karşıdır çünkü Kur’an kavmiyetçiliği yasaklamıştır.

İslamcılar milliyet kavramını “menfi milliyet” ve “müsbet milliyet” olarak ayırmış. “Müsbet milliyet” kavramını,” Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık”[1] ayetiyle açıklamışlar ve İbn Haldun’un “nesep asabiyeti” kavramı ile desteklemişlerdir (Nişancı 2018:81) .İslamcıların milliyet kavramını özetlemek gerekirse toplumsal dayanışmayı sağladığı sürece, ayrılıkçılık yapılmadan desteklemişlerdir. Osmanlıcılığa ise Tanzimat ve Islahat Fermanı ile Osmanlı milleti yaratma düşüncesi, İslamcılar tarafından “millet-i hakime” statüsünün kaybedilmesi olarak algılanmasından dolayı karşı çıkmışlardır.

   19.yy’da devleti kurtarmaya yönelik bu akımlar Batı’daki gibi ilmi, felsefi olarak değil aktüel olaylar karşısında cevap vermeye yönelik siyasi akımlar olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu akımlar pratik çözümler üzerine kurulu, refleksif akımlar olarak değerlendirilebilir.

    Osmanlı’nın içinde bulunduğu, Batı emperyalizminin Osmanlıyı parçaladığı buhranlı dönemde Sultan II. Abdulhamid devleti ayakta tutmak için meclisi kapatarak, basında sansür uygulayarak, ülke içinde geniş hafiye teşkilatı oluşturarak mutlakiyetçi rejim kurmuştur. Bu rejimi ayakta tutabilmek için halife sıfatını da kullanarak bütün Müslümanları kendi etrafında birleştirmeye çalıştığı dış politikada pan-İslamizm akımını uygulamıştır. II. Abdulhamid böylece dinin siyasallaşması sağlamıştır.

    İslamcılar da II. Abdulhamid gibi devletin kurtulmasını İslam olarak almıştır. Fakat II. Abdulhamid devleti kurtarmanın yolunu mutlakiyetçilikte bulurken, İslamcılar çözümü Batı’nın tekniğini alma kültürünü almama üzerinden bulmuşlardır. Yani Batı’nın geliştirmiş olduğu anayasal haklar, meşrutiyet gibi kavramların zaten İslam’da mevcut olduğu, istibdatın İslam’ aykırı olduğu görüşü üzerinden Sultan’a karşı çıkmışlardır.


[1] Hucurat suresi 13. ayet

İslamcıların modernleşmeye nasıl baktıkları, istibdata neden karşı durdukları, muhalefetin kaynaklarının neler olduğu üzerine tartışmalar Sait Halim Paşa, Cemaleddin Afgani, Mehmet Akif ve Said Nursi gibi düşünürler tarafından incelenecektir.

MUHALEFETSİZLİK GELENEĞİ İÇİNDE İSLAMCI MUHALEFETİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Muhalefetsizlik geleneği kavramını kullanmamızın sebebi İslam’ın özü itibarıyla oluşan bir durumdan değil İslam’ın tarihsel olarak devletler tarafından dinin “ulu’l emr(yöneticiye itaat)” kavramı farklı yorumlanarak iktidarlarının meşrulaştırma aracı haline gelmesidir. Özellikle ileride bahsedeceğimiz gibi dört halife devrinden sonraki dönemlerde toplumsal muhalefetin devlet tarafından ötekileştirilmesi, iktidarlar için devleti ve dini yani kendi egemenliği için vazgeçilmez olmuştur. Muhalefet kültürünün oluşmamasının nedenlerini başlıca 4 maddede toplamak mümkündür;

  •  Peygamber dahil dört halife devrinde hiçbir halifenin “halifetullah( Allah’ın halifesi), zıllullah-i fi’l arz (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) “ gibi kavramlar kullanılmamıştır. Özellikle Emevi ve Abbasi sultanları, daha sonra bazı Osmanlı sultanları bu kavramları kullanarak iktidarlarına Tanrısal meşruiyet kazandırmışlardır (Çaylak:2018). Böylece başa gelen hükümdarın Tanrı’nın lütfu olduğu vurgulanmak istenmiştir. İktidara yöneltilen eleştiri aynı zamanda dine de yöneltilmiş olacaktır, bu durum toplumsal ve siyasal muhalefetin gelişmesine engel olmuştur.[1]
  • İslam toplumlarında, Durkheim’ın sosyolojisindeki gibi devlet ile fert arasındaki ilişkileri düzenleyen özerk, tüzel kurumların yani “ikincil yapıların” olmamasıdır (Mardin 2019: 123). Osmanlı’da vakıflar ve tarikatlar devletle fert arasında ilişkileri sağlıyordu fakat bu yapılar devlet tarafından kontrol edilen mekanizmalardı. Tarikatların devlete bağlı olması ulemanın devletten ayrı hareket edemeyeceği ve bağımsız düşünememesi, ulemanın dini açıdan muhalefeti sınırlandırılmıştır.[2]
  • Tasavvufun, sadece ahirete dönük bir yorum olması, insanı kamusal alandan uzaklaştıran apolitik duruşu vaaz ederek bireyci yaşama itmesi(Uğraş 2018:19), tevekkülü ve sabrı ön plana çıkararak pasif toplum oluşturması(Kara 2014: 260-264) gibi özellikleri iktidarın yanlışlarına tahammül etme anlayışı, muhalefet kültürünün oluşmasında engel olmuştur.
  • Dinin korunmasını, devletin devamlılığına ve istikrarlılığına bağlanmıştır. Devletin din için “bekçi” konumunda olması, dinin otoritesiz korunamayacağı düşüncesi hakim olmuştur.(Çaylak 2018:19) Devletin dinin bekçisi konumunda olması, zaman zaman örfi düzenlemeler ile dine aykırıda olsa şer’i düzenlemelerin önüne geçtiği görülmüştür.

[1] Bkz. ÇAYLAK Adem (2018), “İslam Siyasi Düşüncesi: Giriş, Kavramsal Çerçeve ve Tarihsel Çerçeve” İslam Siyasi Düşünceler Tarihi, 1. b. Ankara: Savaş Yayınevi
[2] Bkz. MARDİN Şerif (2019), Din ve İdeoloji,  27. b. İstanbul: İletişim

Bu sebeplerden ötürü İslam dünyasında siyasal ve toplumsal muhalefet gelişememiş, siyasal iktidara karşı yapılan muhalefetler ise devletin ve dinin yapısı sarstığı gerekçesiyle tasfiye edilmiştir. Tarihte sıkça karşılaştığımız gibi iktidarlara karşı yapılan muhalefet kanlı bir biçimde bastırılmıştır.       

     Yapılan bu sınıflandırma üzerinden II. Abdulhamid dönemi İslamcıların, İslam milletlerinin neden gerilediği konusunda, ileride de bahsedeceğimiz gibi, İslam’ı “Tarihi İslam-Gerçek İslam” ayrımına giderek açıklamışlardır. İslamcılar yaptıkları bu ayrımla, tarihte İslam adına yapılan yanlışları kabul etmişlerdir. Gerçek İslam’ın meşveret ve şuraya dayandığını ve dolayısıyla bu noktada Meşrutiyeti savundukları, II. Abdulhamid’e bu yüzden karşı olduklarını söyleyebiliriz. İslamcıların yaptıkları bu muhalefet, tarihten gelen yanlışları kabul etmeyip, istibdat uygulayan bir rejime kolektif olarak karşı durmaları, siyasal muhalefetin gelişmesi açısından oldukça önemlidir.

İSLAMCILARA GÖRE İSLAM TOPLUMLARININ GERİ KALMASININ SEBEPLERİ

Öncelikle belirtmek gerekir ki İslamcılar geri kalmışlığın sebebini İslam’ın özünde değil tarihte İslam adına yapılan yanlışlardan kaynaklandığını savunurlar. Onlara göre İslam zaten mükemmel bir dindir. İslamcılar geri kalmışlığın nedenlerini açıklarken, oryantalistlerin İslam’a yönelttiği eleştirilere cevap olarak açıklamışlardır. Bu eleştirileri Kara şu şekilde sıralamıştır;

  1. Hurafelere, batıl inançlara, menkıbelere, İsrailiyata bulanmış bir inançlar manzumesi ve din
  2. Müstebit(otoriter/totaliter/despot) bir siyasi rejim; buna karşılık itaatkar, sesini yükseltmeyen bir toplum
  3. Atıl, hareketsiz, vurdumduymaz, yüzü ahirete dönük bir toplumsal yapı ve ilişkiler ağı
  4. Kadınla erkeğin, Müslimle gayrimüslimin, hürle esirin hukuken, siyaseten ve statü itibariyle eşit olmadığı bir sosyal hayat
  5. Say’u gayreti, içtihadı, iradeyi değil de pasif bir hat üzerinde cereyan eden tevekkülü, sabrı, kaderi, kanaati, bir lokma bir hırkayı öne çıkaran bir zihniyet ve yaşama üslubu
  6. İlmi ve felsefi gelişmesi 12. asırda durmuş; şerhlere, haşiyelere, tekrara, ezbere boğulmuş, taklitle yürüyen bir ilim anlayışı ve kendini yeniden üretemeyen, yeni meseleler vaaz edemeyen, bu yüzden de geçmişte kalan bir tedrisat tarzı…[1]

    Bu bağlamda İslamcılar, Müslümanların geri kalmasının sebeplerini oryantalist eleştiriler açısından değerlendirmeye çalışmışlardır. İslamcılar Müslümanların geri kalma sebeplerini; toplumunda ataletin olması, hak ve adaletin geri plana itilip istibdat uygulama ve Avrupa’nın İslam toplumlarına yönelik emperyalist hedefleri olarak görmüş ve bu oryantalist eleştirilere cevap vermeye çalışmışlardır. (Nişancı 2018:76)


[1] Bkz. KARA İsmail (2014), “İslamcı Söylemin Kaynakları ve Gerçeklik Değeri”,  Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık,  4.b. İstanbul: İletişim, s. 38

İslamcılar kendi açılarından geri kalmışlığı açıklarken üç sorun üzerinde durmuşlardır;

  • Taklit; Osmanlı Batı’ya benzemek için kendi kültürüne yabancı olan gelenekleri, adetleri ve kurumları almıştır. Yabancı kültürlerin sistemleri üzerinden kendi toplumunu dizayn etmek istemiştir. Böylece Osmanlı toplumunun idamı olmuştur.
  • Bilgisizlik ve tembellik; Oryantalistlerin eleştirilerinden biri olan atalet ve cehalet içinde olmayı kabul etmişlerdir. İslam toplumları eski çalışkanlıklarını kaybetmiş böylece geri kalmışlardır.
  • İktisadi esaret; İslamcılar tarafından Osmanlı’nın Batılı devletlere kapitülasyonlar vermesi, bir milletin esaretini de beraberinde getirmiştir. Kapitülasyonlar Osmanlıyı ahtapot gibi sarmış ve devletin kalkınmasını engellemiştir.[1]   

    İslamcılar ele aldıkları bu sorunlar aslında geri kalmışlığın sebebi İslam kaynaklı değil Batı’nın uyguladığı emperyalizm olarak görmüşlerdir. Onlara göre Avrupa medeniyetinin içinde olan iyi ve güzel olan her şeyi İslam içinde barındırır.(Nişancı 2018: 76). Batı’nın bugünkü gelişmişliğinin sebebi Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Harezmi gibi filozofların yorumlanmasıyla olmuştur. Yani Batı’nın oluşturmuş olduğu gelişmiş medeniyet zaten İslam’ın içinde olan bir durumdur. Dolayısıyla oryantalistlerin” İslam terakkiye manidir”  yakıştırmasına cevap olarak “İslam mani-i terakki değildir” anlayışı ortaya çıkmıştır.(Tunaya 1998: 26-28)

   İslamcılar, gerilemenin nedenleri açıklarken “tarihi İslam-gerçek İslam” ayrımına gitmişlerdir. Onlara göre İslam; gerilemenin hiçbir şekilde kaynağı olamaz bilakis İslam akıl ve mantık dinidir, geçmişte yapılan hatalar İslam’ın yanlış yorumlanmasın/öğretilmesinden kaynaklıdır.(Kara 2014: 36) Gerçek İslam’ı “asr-ı saadet(Hz. Muhammed ve 4 halife devri)” olarak, tarihi İslam’ı ise Emevi dönemi ve sonrası olarak tanımlamışlardır. Tarihi İslam, Emevi devri ve sonrası için zulüm ve istibdatın olduğu, İslam’a aykırı olan şeylerin gelenek haline gelip “öğretilen Müslümanlık”[2] haline geldiği dönem olarak tanımlanmıştır. Bu ayrım, bir dönemi methetme olarak gözükse de dönülmek istenen yerden çok bugünün kötü şartlarını belirtmek üzerine olmuştur. Çünkü esas söylemler, dönemlerin iyi ve güzellikleri üzerine değil, bugünün kötü durumudur.[3]  

   İslamcılar geri kalmışlığa çözüm bulmak için Batı’nın tekniğini alalım, ahlakını almayalım anlayışını öne sürmüşlerdir. Terakkinin Batılılaşma olarak algılanmamalı düşüncesi, terakkinin Müslüman kalarak da olabileceği düşüncesi hakim olmuştur. Zaten İslamcılar gerilemenin başlıca sebeplerinden biri olan dinden uzaklaşma olarak gördükleri için dine sarılmak ve Müslüman kimliğinden ödün vermemek ön koşul olmuştur.(Sevil 2005:175)


[1] Bkz. TUNAYA Tarık Zafer (1998), İslamcılık Cereyanı 1,  Cumhuriyet Gazetesi,  s. 17-23
[2] Bkz. GÜNALTAN M. Şemsettin, Terakkimize Mani Olan İslamiyet Bize Öğretilen Müslümanlıktır, 1935: 91-91, Aktaran: KARA İsmail (2014), İslam Düşüncesinde Paradigma Değişimi” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, 10. b. , İletişim, s. 244-246
[3] Bkz. KARA İsmail (2014), “İslam Düşüncesinde Paradigma Değişimi” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, 10. b. İstanbul: İletişim, s. 241 -253

İslamcılar, iyiyi alıp kötüyü bırakma düsturuna örnek olarak Japon modernleşmesini sıkça dile getirmişlerdir. Japonların, Avrupa’nın tekniğini alıp kendi kültürlerini korumaları İslamcılar için geri kalmışlığın öze bağlı kalarak aşılması düşüncesini kuvvetlendirmiştir (Yardım 2016). Said Nursi’nin modernleşme hakkındaki “Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lazımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin maye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyette neşv ü nema bulduğu için, iki cihetle sarılmak zaruridir”[1] görüşü İslamcılar için ortak görüş niteliğindedir.

  Geri kalmışlığın çözümü için dini açıdan da değerlendiren İslamcılar 3 kaynak üzerinden çözüm üretmişlerdir;

  • Kuran ve Sünnet’e dönüş:  Sahih bir İslami bir uyanış sağlamak, hurafelerden arınmış bir İslam’a ulaşmak için Kuran ve Sünnet’e dönüş sağlamak gerekir.
  • İçtihat kapısının açılması: Ulema ve bilginlerin karşı karşıya kalınan sorunlara karşı zamana uygun çözümler üretme. Hukuksal, toplumsal hayatı dinamik hale getirme
  • Cihad ruhunun uyandırılması: Sömürgeciliğe karşı koyma, Batı’nın hücumlarına karşı birlik olma-İttihat-ı İslam.[2]

    İttihat-ı İslam kavramını açmak gerekirse, 19. yy’da sömürge devletlerin Mısır, Cezayir, Tunus gibi bölgelerin işgal etmesi İslam dünyasında panik yaratmıştır. Dönemin aydınları ve II. Abdulhamit işgaller üzerine bütün Müslümanları bir arada tutacak İslam birliği savunmuşlardır. Bütün Müslümanlar tek bir çatı altında halifenin etrafında birleşecekti. Kısacası, Batının sömürgeciliğine karşı koymak için kullanılan bir araç olmuştur. İttihat-ı İslam kavramının bir savunma refleksi olarak ortaya çıktığı söylemek yanlış olmayacaktır. (Arabacı 2019: 217-218)        

   Geri kalmışlığın diğer bir önemli sebebi ise istibdatın İslam adına uygulanmasıdır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi tarihten kaynaklanan bu istibdat rejimleri İslam’a büyük zarar vermiştir. İslamcılar istibdatın şeriata aykırı olduğu, Kuran’da “meşveret”[3] ve “şuranın”[4] açık bir şekilde emredildiği üzerine durmuşlardır. Ayrıca Hz. Muhammed’in, Uhud Savaşı’nda kendisine karşı çıkan şura kararına uymasını Sünnet olarak dayanak noktası olarak da almışlardır. Dolayısıyla İslamcılar, istibdatın Kuran ve Sünnet’e aykırı olduğunu Meşrutiyetin ise İslami olduğunu savunmuşlardır. Hürriyet, Müslüman’ın sahip olması gereken en önemli kavramdır bunun için İslamcılar meşveret ve şuranın gereği olan Meşrutiyeti çözüm olarak görmüşlerdir.


[1] Bkz. NURSİ Said, Beyanat ve Tenvirler, http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat , s. 31
[2] Bkz. BULAÇ Ali (2014), “İslam’ın Üç Siyaset Tarzı veya İslamcıların Üç Nesli”,  Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık, 4.b. İletişim,  s.59
[3] “Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”, Âl-i İmrân 159.
[4]“Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar”, Şura 38.

İSLAMCILARIN II. ABDULAHAMİD’E MUHALEFETİ 

 II. Abdulhamit Osmanlı-Rus savaşını gerekçe göstererek parlamentoyu süresiz tatile göndermesinin ardından I. Meşrutiyet’e son vermiş ve devleti siyasi-dini gücünü kullanarak mutlakiyetçi bir şekilde yönetmiştir. Sultan kendisine muhalif olanları baskı ve sürgün politikalarıyla bertaraf etmeye çalışmıştır. Bunun yanında kurduğu hafiye teşkilatı ile geniş bir istihbarat ağı oluşturmuştur. Mizancı Murat, Mehmet Akif gibi isimler günahsız, masum kimselerin zindanlarda çürüdüğünden sıkça bahsetmiştir. II. Abdulhamid’in halka karşı uyguladığı politikaları Mehmet Akif  “İstibdat” şiirinde yaşadığı bir olayı üzerinden çarpıcı bir şekilde anlatır.[1]

   İslamcılar, II.Abdulhamid gibi devletin kurtuluşunu İslam’da aramıştır. Aralarındaki fark: II. Abdulhamid İslam’ı, Batı’ya karşı bir güç olarak görmüş, dini politik bir araç olarak kullanmıştır. İslamcılarda ise meşveret, şura, adalet, ümmet, hürriyet gibi kavramlara vurgu yapılarak ideal olan düzeni oluşturma düşüncesi vardır.

   Yukarı da bahsettiğimiz gibi İslamcılar meşveret ve şura üzerinden muhalefetini yapmıştır. İstibdatın İslam’a aykırı olduğu belirterek şiddetle karşı çıkmışlardır. Yaptıkları muhalefet II. Abdulhamid’e hakarete varacak düzeyde olmuştur. Nitekim Mehmet Akif şiirlerinde Abdulhamid’ten “baykuş, korkak” olarak bahsetmişitir.     

   İstibdat döneminin en önemli muhalif kesim olarak İslamcıların olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Halkın büyük çoğunluğunun Müslüman olması, Osmanlı’da, Batı’daki gibi muhalefetin temel taşını oluşturan iktisadi yapının olmaması, bunun yerine ulema sınıfının halk üzerinde nüfuzunun bulunması dolayısıyla hutbe ve fetvalarla istibdat rejimi eleştiren tutumları ve II. Abdulhamid’in halifeliğe uygun olmadığını ayet ve hadislerle açıklayarak, II. Abdulhamid muhalifliği İslami söylemler üzerinde güç kazanmıştır. (Uğraş 2018:24) İttihat ve Terakki Cemiyeti, İslamcı muhalefetle tabandan ayrı olmalarına karşın İslamcı muhalefete destek vermiş, cemiyetin içinde Said Halim Paşa gibi önemli İslamcılara yer vermiştir. İslamcılar da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni “Cemiyet-i mukaddesa” olarak görmüşlerdir. (Uğraş 2018:24)

    II. Abdulhamid’i destekleyen bazı İslamcılar[2] da vardır fakat bu İslamcılar, bugünkü Türkiye sınırları dışında olması ve saray uleması olmaktan öne gidemedikleri için II. Abdulhamid’in ihtiyaç duyduğu aydın desteğini alamamasına sebebiyet vermiştir.(Arabacı 2019: 219)  


[1] Bkz. ERSOY Mehmet Akif, “İstibdat”, Safahat
[2] Bkz. ARABACI Caner (2019), “II. Abdülhamid’e İslâmcı Muhalefet”,  Sultan II. Abdülhamid Dönemi: Siyaset – İktisat – Dış Politika- Kültür – Eğitim, İstanbul: İZÜ YAYINLARI NO: 26,  s. 219-220

BAZI İSLAMCI DÜŞÜNÜRLER

CEMALEDDİN AFGANİ

    Afgani, bugünkü Afganistan olarak kabul edilen bölgede 1838 yılında dünyaya geldi. Burada medrese eğitimden geçerek dini tedrisatını tamamlamıştır. Daha sonra Hindistan’a ve hacca gitmiştir. Afganistan’a geri döndüğünde gazete çıkararak siyasi faaliyetlerde bulunmuştur. Hindistan’da bulunduğu yıllarda İngiliz sömürgesi altında bulunan halkı ayaklandırmaya çalışmıştır. Dolayısıyla halkta büyük ilgi uyandırması, İngiltere hükümetini rahatsız etmiş ve Afgani’nin ülkeyi terk etmesi istenmiştir. Hindistan’dan sonra Mısır’a gitmiştir fakat burada çok durmayarak İstanbul’a gitmiştir.(Ahmady 2012: 8-10) İstanbul’da yoğun ilgi gören Afgani, burada Darulfünun’da verdiği bir konferans neticesinde dönemin şeyhülislamı Hasan Fehmi Efendi tarafından kafirlikle suçlanmıştır. İstanbul’dan da ayrılması istenen Afgani tekrar Mısır’a gitmiştir.

Mısır’da eğitim faaliyetleri sürdürmüş, İslam ülkelerine karşı yapılan özellikle Mısır ve Hindistan’daki sömürgeciliğe karşı yazılar yazmıştır. Mısır’dan sonra İngiltere, Fransa, Amerika, Rusya gibi ülkeler gitmiş siyasi faaliyetlerde bulunmuştur. Batı’ya yönelik seyahatinin ardından İran Şah’ına karşı direnmiş ve İstanbul’a kaçmıştır.[1] 

İstanbul’da II.Abdulhamid ile görüşmüş, Sultan’ın pan-İslamizm politikasına saygı duymuş ve kendisine maaş bağlanmıştır. İranla ilişikleri dolayısıyla II. Abdulhamid ile arası açılmış ve kaçma girişiminde bulunmuştur fakat başarılı olamamıştır. Bunun üzerine Afgani İstanbul’da göz hapsinde bulundurulmuştur. 1897’de kanserden dolayı İstanbul’da vefat etmiştir.(Kuru 2020: 7-22)

    Afgani’nin İstanbul’a geliş sebeplerinden biri Sultan Abdulhamid’in kendi İslamcılık düşüncesine destek verebileceğiydi. Fakat Sultan’ın politik yaklaşımları ile Afgani’nin ilkesel tutumları birbirinden farklı olmuştur. Afgani gittiği her ülkede sömürü ve istibdata karşı durmuştur. İslam aleminin uyanışı için istibdat rejimlerinin yıkılması taraftarıydı. Abdulhamid’in Afgani’yi yanında tutma sebebi aydınlar ile arasında köprü vazifesi oluşturmak istemesidir. Fakat Afgani’nin ilkesel yaklaşımları bunun oluşmasına engel olmuştur.[2]      

    Afgani dinin hurafeler ve taassuptan arındırılmasını, dinin pozitif bilimlere yakınlaştırılması, İslam’ın dönemin şartlarına uygun biçimde yeniden yorumlanmasını yani dinde reform yapmayı istemiştir(Kuru 2020:23). Bu düşünceleri Muhammed Abduh, Mehmet Akif gibi isimleri etkilemiştir. Akif, şiirlerinde Afgani’den övgü ile bahsetmiştir.

    Afgani, İttihat-ı İslam düşüncesinin ilk düşünürlerinden biridir.(Arabacı 2019: 227) Batı’nın sömürgeciliğine karşın Mısır, Hindistan gibi sömürge altında bulunan İslam topraklarında anti-emperyalist mücadele vermiştir. Müslümanların kurtuluşunu anti-emperyalist mücadelede görüyordu.(Kuru 2020: 23) Onun anti-emperyalist mücadelesi, Batı karşıtlığı olarak anlaşılmamalı. Afgani, Batı’nın getirmiş olduğu özgürlük, eşitlik teknoloji gibi değerlere önem veren birisidir. Onun amacı Müslümanların içinde bulunduğu durumdan kurtulması ve İslam’ın modernizasyonunu sağlamaktır.  

    Müslümanların kurtuluşunu sağlamak için Kuran ve Sünnet’in esas alınmasını önermiştir. Müslümanları sadece emperyalizm ile geri kalmadığını kendi içindeki taassup ve ataleti de geri kalmışlığın sebepleri arasında göstermiştir. Dinin, zamanın şartlarına göre yeniden yorumlanması dolayısıyla dinde aklı ön plana çıkararak içtihat kapısının yeniden açılmasını istemiştir.(Kuru 2020: 24-25)

    Afgani’yi diğer İslamcılardan ayıran özellik, bağımsız olmak isteyen Müslümanların önce milliyetçi olmalarını önermiştir(Sevil 2005:11). Ona göre Müslümanlar, kendi milletlerinin hasletlerini ön plana çıkardıkça gelişecektir. Müslüman milletler geliştikçe bütün ümmet gelişecek ve emperyalizme karşı koyacaktır.[3] Gittiği her ülkede milliyetçi duyguları uyandırmaya çalışmış; Osmanlı’da Türkçüler üzerinde de etkisi olmuştur. Nitekim Mehmet Emin Yurdakul “ Beni Afgani yoğurdu” demiştir. Dilin milli birlik için öneminden de bahsetmiştir. Müslümanların esaretten kurtulmasını milli ve dini değerlere bağlamıştır.  Burada önemli olan husus, İslamcı bir düşünürün kurtuluş için öne sürdüğü fikrin önce milliyetçilik olmasıdır. Burada Afgani’nin bağımsızlık için idealist bir yaklaşımdan çok dönemin şartlarına uygun hareket ettiğini söylemek mümkündür.

   Kısaca Afgani İslam toplumunun geri kalmışlığıyla ilgili olarak din ve millet kavramını kurtuluşun çaresi olduğuna inanmıştır. Bütün hayatını İslam devletlerinin kurtuluşu için aktivist bir mücadele vermiştir. Gittiği ülkelerde iktidarlar tarafından rahatsız edilen, hoş karşılanmamış birisidir. 


[1] Bkz. ÜLKEN Hilmi Ziya (1998), Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 5. b. Ülken Yayınları, s. 211-212
[2] Bkz. SERDAR Mehmet (1993), Cemaleddin Afgani: Hayatı ve Hareketinin Düşünsel Temelleri, Haksöz Dergisi, 27. Sayı, s. 28
[3] AHMADY Enamullah (2012) , CEMALEDDİN AFGÂNÎ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI, Yüksek Lisans Tezi, Konya Aktaran, Yalçınkaya, Cemâleddin Afgânî ve Türk Siyasi Hayatı Üzerindeki Tesirleri, s. 137.

SAİD HALİM PAŞA

   Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu olan Said Halim Paşa, 1864 yılında Kahire’de dünyaya geldi. 1870 yılında ailesi ile birlikte İstanbul’a yerleşmiştir. Burada ilköğrenimini İngilizce, Arapça, Fransızca ve Farsça öğrenerek tamamladı. Yüksek tahsilini tamamlamak için İsviçre’ye gitti. Burada beş yıl içinde siyasi ilimler alanında üniversite eğitimini tamamladı. Eğitimini tamamladıktan sonra II. Abdulhamid tarafından Şura-yı Devlet üyeliğine atandı. 1903 yılında Jön Türklerle ilişki içerisinde olduğu öne sürülerek İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Mısır ve Avrupa’ya giderek Jön Türklerin faaliyetlerine destek vermiş, İttihat ve Terakki içerisinde en önemli İslamcı aydın olarak ön plana çıkmıştır. 

   II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a tekrar dönerek İttihat ve Terakki tarafından 1913 yılında sadrazamlığa getirilmiştir. I. Dünya savaşı başlamadan önce kendisini haberi olmadan Rusya’ya saldırılması üzerine istifa etti. 1919 yılında “Ermeni Soykırımı” iddiasının sorumlusu olduğu öne sürülerek, İngilizler tarafından Malta’ya sürgün edildi. Malta sürgünü sırasında, Milli Mücadele’ye başından beri destek vermiştir. 1921 yılında Malta’dan serbest bırakıldıktan sonra İstanbul’a dönmesine müsaade edilmemiş ve Roma’ya yerleşmiştir. Aynı yıl içerisinde Ermeni Arşavir Şıracıyantarafından öldürülmüştür.[1]

    Paşa’ya göre İslam aleminin geri kalmasının sebebi kendi dinlerinden uzaklaşarak, Batı medeniyetinin hakimiyeti altına girmeleri ile olmuştur. Müslümanlar ne zaman Batı’ya öykünmeye başladıysa kendi dinlerinden, kültürlerinden o kadar kopmaya başlamıştır. Batılılar kendi zihinsel düşünceleri üzerinden İslam’ı yanlış şekilde izah etmiş ve İslam’ın şeriatında noksanlık olduğunu iddia etmişlerdir. Müslümanlar bilhassa Osmanlı aydınları, bu izah üzerinden kendilerini tanımaya çalışmıştır. Yani aydınlar asıl sorunun dahi nereden kaynaklandığını anlayamamışlardır.[2] Bu noktada Afgani ile ayrılmıştır çünkü Afgani sorunu Batı’ya yaklaşamama olarak görürken Paşa, sorunun tam tersine Batı’ya yaklaşma olarak görür ve kendi kültürüne yabancılaşma olarak bakar. Hatta Paşa, “ Her yol Mekke’ye gider” diyerek Batıcılık karşısındaki tavrını net bir şekilde ortaya koymuştur.


[1] Bkz. BOSTAN M. Hanefi (2019), “Said Halim Paşa ve Fikirleri”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, cilt 8, sayı 22, Bahar, s. 55-57
[2] Bkz. HALİM Said, Buhranlarımız, Düzenleyen:  M. Ertuğrul Düzdağ, Tercüman 1001 Temel Eser (Basım yılı belirtilmemiş),  s. 171-178

Paşa, oryantalist tanımlamalar üzerinden geri kalmışlığı açıklayan aydınları ne kendi toplumunu bilen ne de Batı toplumunu bilen, arada kimseler olarak değerlendirir. Said Halim Paşa’nın geri kalmışlığın asıl sebebini Batı’ ya yüklemekle birlikte, taassubun da toplumda olmasını da eleştirmiştir. Müslümanların içinde bulunduğu çağı idrak edemediklerinden kaynaklı bir sorunun ortaya çıktığından da bahsetmiştir.

Paşa’ya göre Batılılaşma demek kendi kültüründen vazgeçme ve toplumun sosyal- kültürel yapısını değiştirmek demektir. Dolayısıyla İslam Rönesans’ı olarak adlandırılan hareket İslam’dan uzaklaşmadır(Bostan 2019:66). Nitekim Paşa bu durumu şöyle açıklamıştır; 

“İslamiyeti daha çok anlayıp daha iyi tatbik edemeyişimizi gösteriyorduk. Kabahati kendimizde buluyorduk. Bugün ise geriliğimizin sebebini kusur ve ihmallerimizde değil, dinimizin bizi bağladığı esasların noksan oluşunda arıyoruz.”[1]

   Said Halim Paşa çözüm olarak “İslamlaşmak” olarak belirtmiştir. Yani kendini muhafaza etmek, öze dönmek anlamındadır. Ona göre İslamlaşmak, İslamiyet’in inanç, ahlak, yaşayış ve siyasetin tam olarak tatbik edilmesidir. Müslüman olan kişi, dinin gösterdiği şekilde hissetmeli, düşünmeli ve hareket etmelidir. Ona göre;

“Kant veya Spencer’ın ahlak görüşüne inanan ayrıca içtimai hayatta Fransız, siyasette İngiliz usulünü kabul eden bir Müslüman, ne kadar bilgili olursa olsun, ne yaptığını bilmeyen bir kimseden başka bir şey değildir”.[2]

   Said Halim Paşa’ya göre İslam, getirmiş olduğu siyasi ilkeler ile ahlak temelli bir toplumsal yapı oluşturmuş ve toplum; kin, rekabet ve düşmanlıktan arındırılmıştır. Dolayısıyla toplumda sınıfsal bölünmeler ve kavgalar yaşanmamıştır. Toplum, sosyal dayanışma ile siyasi kurumlar arasında görev bilincini oluşturmuştur; yönetenlerin halka karşı vazifeleri ve yönetilenlerin yönetene itaati. (Bostan 2019:65).

   İslam’ın siyasal sistemine de değinen Paşa, devlet başkanı ve milli iradenin tecelli ettiği meclis ile birlikte bir tür “İslami Başkanlık” sistemi oluşturmaktadır. Milli iradeye, çoğunluğun hikmete ilgi duymaması nedeniyle kuşkulu bakar fakat tabiat kanunlarının bir sonucu olarak görür ve saygı duyar. Devlet başkanının seçimle başa gelmesini öne sürmüştür. Başkanın İslam hukukuna ve milli iradeye karşı sorumlu olduğunu belirmiştir. Başkan, Şeriat’a aykırı davranması ile halkın şikayeti üzerine hükümet azledilebilir. 

    Halkın devlet başkanını denetlemesi İslami bir görev olarak görülür fakat halkın temsilcisi olan meclisin, kanun yapma yetkisi yoktur. Meclisin görevi hükümeti denetlemektir. İslam’da sınıfsal yapının olmaması dolayısıyla imtiyazlı sınıfların oluşturduğu ayan meclisi, senato gibi kavramların olamayacağını söyler. Devlet organları birbirinden bağımsız olarak belirtilmiştir. Siyasi partilerin Batı’daki kadar çok olamayacağını çünkü siyasal partiler mevcut düzeni değiştirmeyi amaçlarlar fakat İslam toplumunda asıl amaç mevcut düzeni sağlamlaştırmaktır.[3]

   Said Halim Paşa II. Abdulhamid’i istibdatçı olarak görür. Onun devrini de istibdat dönemi olarak tanımlar. Said Halim Paşa o dönemin sorumlusu olarak sadece Sultan Abdulhamid’i göstermez. Nitekim Paşa; Sultan II. Abdulhamid hiç doğmamış olsaydı çağdaşları başka bir Abdulhamid meydana getirirdi[4] diyerek gerçekçi bir tespitte bulunmuştur.

   Said Halim Paşa İslamcılar için şüphesiz en önemli şahsiyettir. İslam ve Batı toplumunu iyi bilmesi, iki medeniyet arasındaki fakları çözümleyerek, durumu iyi teşhis etmesi bakımından ve olması gereken ideal yapının gerekliliklerini ortaya koyan bir aydındır. Ona göre, İslam ve Batı’nın iki faklı medeniyet olduğu dolaysıyla Batı’nın taklit edilmesi, kültürümüzü kaybetmemize sebebiyet verecektir. Bu bağlamda Said Halim Paşa kültür yabancılaşmasından bahseden ilk kişi olarak ortaya çıkmaktadır. Batı’yı tanımayan Batıcı aydınların, kendi toplumuna da yabancılaşacağını da belirtmiştir(Bostan 2019: 80).

   İslam medeniyetinin çöküşüne iktisadi olarak bakan Paşa, çözümü Batı’nın sadece teknolojisini alarak olabileceğini vurgulamıştır. Medeniyet olarak Batı’nın İslam’dan daha çok değerler almasını savunmuştur. Çünkü Batı; ilerlemesini sadece teknik olarak yapmıştır.


[1] a.g.e 223
[2] a.g.e, s. 204 
[3] Bkz. BOSTAN M. Hanefi (2019), “Said Halim Paşa ve Fikirleri”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, cilt 8, sayı 22, Bahar, s.  73- 76
[4] Bkz. HALİM Said, Buhranlarımız, Düzenleyen:  M. Ertuğrul Düzdağ, Tercüman 1001 Temel Eser (Basım yılı belirtilmemiş),  s.69

MEHMET AKİF ERSOY

   Mehmet Akif İslamcı kesimin önemli simalarındandır. Sebilürreşad’da yazdığı yazılarla İslamcı çizginin duygularını ön plana çıkaran bir şahsiyettir. Toplumu iyi analiz eden, İslam’ı yaşayan ve İslam’ın vermiş olduğu duyguyu edebi bir dille aktarabilen bir düşünürdür. Onun şiirlerinde imanı, İslamiyet’i, ittihadı, hürriyeti önceleyen kavramlar ön plana çıkmaktadır. Akif sadece bir şair değil, İslamcılık düşüncesi içerisinde geniş kitlelere ulaşmış bir eylem adamıdır( Arabacı 2019: 235)

   Akif, Müslümanların içinde bulunduğu durumu eleştirmiş. Müslümanların geri kalmasını cehalet, taassup, atalet,  yanlış kader ve tevekkül anlayışı olarak görmüştür;

… Kadermiş!” Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru: 
Belânı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu!
Taleb nasılsa, tabî´î, netîce öyle çıkar, 
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?
“Çalış “´ dedikçe şerîat, çalışmadın, durdun
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,                                                                                          Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya![1]

   Müslümanların geri kalmasının bir sebebi olarak da Müslümanlar arasında tefrikanın olması ve bunun farkında olmamaları dolayısıyla Müslümanlar arasında ittihadın sağlanamamasına yol açmıştır( İmamoğlu 2017: 64);

İslâm’ı, evet, tefrikalar kastı, kavurdu;
Kardeş, bilerek, bilmeyerek, kardeşi vurdu.
Can gitti, vatan gitti, bıçak dîne dayandı;
Lâkin, o zaman silkinerek birden uyandı.
Bir gör ki: Bugün can da onun, kan da onundur;
Dünyâ da onun, din de onun, şan da onundur.[2]

    Akif, Müslümanların cehalet, bilgisizlik içerisinde olmasını Kuran ve Sünnet’i anlamamalarından kaynaklandığını belirtmekte. Bunun için İslam’ın özüne dönülmesi gerektiğini savunmuştur. Kuran ve hadislerin, anlaşılması ve yorumlanması için uğraşması, İslam’ın ana kaynaklarının döneme uygun biçimde yorumlama çabası bunun en önemli göstergesidir(İmamoğlu 2017: 66).

    Cemaleddin Afgani ve Abduh’tan etkilenen Akif, İttihat-ı İslam fikrinin savunucusu olmuştur. Müslümanların tarihten gelen tefrikaları bir yana bırakıp, modernleşmenin getirdiği durumlara ayak uydurmalı ve birleşmelidir. Batı’nın Müslümanlar üzerine saldırılarını Akif, bir yazısında şu tedirginlik içerisinde belirtmiştir;   

“Bütün insaniyet alabildiğine pek uzaklardaki noktaya, bir gayeye doğru koşup gidiyor. Beşeriyet coşkun bir sel gibi umman-ı terakkiye atılmak için alabildiğine akıyor. Bu selin önünde durulamaz. İşte biz de ya boğulacağız, ya o sel ile beraber akıp gideceğiz. Ey cemaat-ı müslümin! Artık gözünüzü açınız, aklınızı başınıza toplayınız; zira taht-ı saltanat gıcırdıyor. Böyle giderse –el-iyezü billah- o da devrilecek. Eğer Rusya’daki Müslümanlar henüz dinlerini muhafaza ediyorlarsa, eğer Fransızların taht-ı idaresindeki dindaşlarımız hala tanassur etmemişlerse, eğer İngiltere Hintli kardeşimize şimdilik ses çıkarmıyorsa… iyi biliniz ki hep çürük çarık bu hükümet sayesindedir. Maazallah bu giderse hepsinin gittiği gündür. Biz bu saltanatı muhafaza edemiyorsak düşünmeliyiz ki bizim yüzümüzden o biçareler de mahv olacaklar.”[3]

   Akif, Müslümanların içinde bulundukları durumu belirterek tek bir çatıda birleşmesini istemiştir. Akif’e göre çözüm, Kuran ve Sünnet’e bağlı kalarak sele(modernleşmeye) kapılmak ve İttihat-ı İslam’dır.  Ayrıca Akif bu yazıda, dinin kurtuluşunu devletin kurtuluşuna bağladığını söylemek yanlış olmayacaktır.

  Akif  II.Abdulhamid’e en sert muhalefeti yapan yazardır. Abdulhamid’e karşı zalim, korkak, baykuş gibi ifadeler kullanmıştır. Diğer İslamcı aydınlara nazaran hakarete varacak düzeyde eleştiriler yöneltmiştir. Bunun en açık örneği “İstibdat” şiiridir. Akif, şiirlerinde yalnızca Abdulhamid’i değil onun çevresini saran merhametsiz insanları da eleştirmiştir.(Arabacı 2019: 236) 


[1] Bkz. ERSOY, Safahat, Vaiz Kürsüde
[2] Bkz. ERSOY, Safahat, Gölgeler/ Süleyman Nazif’e
[3] Bkz. Mehmed Akif, “Mevize”, Sebilürreşad, IX/230, s.375, 29 Safer 1331/12 K. sani 1328, aktaran;  KARA İsmail(2014) , “İslam Düşüncesinde Paradigma Değişimi”,  Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, 10. b.  İletişim, s. 243

SAİD NURSİ

     Said Nursi, Bitlis’te dünyaya gelmiş ve Doğu illerinde medrese eğitimi almıştır. Medrese eğitimini tamamlayan Nursi, Batı dillerinden tercüme edilen kitapları okumaya başlamıştır. İstanbul’dan gelen gazeteler vasıtasıyla çağın durumunu gözlemlemiştir.  Bulunduğu coğrafyanın sorunları üzerine gözlemler yapan Nursi, sorunu “cehalet, zaruret, ihtilaf” olarak tanımlamıştır. Aldığı medrese eğitimi ile okuduğu Batı’dan tercüme edilen kitaplar, modern ilimler ile geleneksel ilimlerin birlikte olabileceği fikrini uyandırmıştır. Nitekim Doğu’da kurmak istediği modern ve geleneksel ilimlerin bir arada verileceği “Medresetü’z- Zehra” adını verdiği, bir üniversite projesini ortaya atmıştır. Bu okulda verilecek eğitim Türkçe, Arapça ve Kürtçe olacaktır. Nursi bu projesiyle, giderek artan milliyetçi akımlara karşı ümmet bilinci korumaya çalışmaktadır (Karabaşoğlu 2014: 270 -271)

   Bu projesini hayata geçirmek için İstanbul’a gider ve fikrini hükümete sunar. Fakat hükümet bu fikre kayıtsız kalmıştır. İstanbul’da bulunduğu sırada II. Abdlhamid aleyhtarı yazılar yazmış, meşrutiyeti övmüştür. Nitekim onun sert eleştirileri Abdulhamid rejimi tarafından tımarhaneye atılmasına sebebiyet vermiştir. 

    Nursi, tıpkı diğer İslamcılar gibi İslam aleminin geri kalmasını dinden uzaklaşma olarak görmüş, çözüm için Kuran ve Sünnet’i dayanak alarak Asr-ı Saadet’e dönmek ve İttihat-ı İslam olduğunu belirtmiştir. Nursi, Müslümanların geri kalmasının bir sebebini de istibdat olarak görür;

“Eğer, büyük adam, istibdat ile kuvvete veya hileye veya kendisinde olmayan, tasannûen kuvve-i mâneviyeye istinâden, halkı isti’bâd ederek havf ve cebrin tazyiki ile tutup, insanı hayvanlığa indirmiş; dâimâ o milletin şevkini kırar, neşelerini kaçırır.”[1]

Müslümanlar tarihten gelen istibdatlar neticesinde gelişememiş, insanları cehalet ve taassubun karanlığına itmiştir. İstibdat, insanların bilinçlerini de körelttiği için, Müslümanları tefrikalara ayırılmalarına sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla istibdatı, İttihat-ı İslam önünde engel olarak görmektedir. İstibdat; cehalet, zaruret, tefrika meydana getirdiği için terakkiye de mani olduğunu belirtmiştir.

    Said Nursi istibdatı, İslam alemini parça parça bölen, İslam’ı zehirleyen bir hastalık olarak görür. İstibdata Şeriat’a aykırı olduğu için karşı durmuş, Abdulhamid’e ise istibdatı, din namına yaptığı için karşı durmuştur. II. Abdulhamid tahttan indikten sonra bu durumu şöyle açıklamıştır;

“…Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesâil-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir.”[2]

   Said Nursi’nin II. Abdulhamid ile sorunu Akif gibi değildir. Mehmet Akif sultana hakaret derecesine varacak kadar eleştirirken Nursi’nin sorunu sistemle alakalıdır. Doğu’daki Kürt aşiretlerine meşrutiyeti anlatan bir konuşmasında; 

“İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrûtiyet, adalet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tabî olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.”[3]

Nursi’nin eleştirileri sultanın şahsıyla alakalı olmamış, sistemle alakalı olmuştur. Nitekim Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki’nin istibdata sapması ve Said Nursi’nin buna da muhalefet etmesi- Said Nursi, Sultan Abdulhamid’e muhalefet ederken İttihat ve Terakki ile aynı safta yer almalarına rağmen-  eleştirilerinin sistemle alakalı olduğunun göstergesidir.

   Modernleşme konusunda Nursi, diğer İslamcılar gibi Batı’nın sadece tekniğini alma taraftarıdır. Avrupa’yı “menfi ve müsbet” ayrımına giderek; müsbet olan Avrupa ile ekonomik, teknolojik ilişki içine girilebileceği hatta ateizm ve komünizm tehlikeleri karşısında Hıristiyanlarla birlik sağlanabileceğini vurgulamıştır. Menfi Avrupa’yı İslam’a karşı tutumu ile şiddetle karşı çıkmıştır(Yardım 2016: 116).

    İslamcılar, Tanzimat ile birlikte gelen gayrimüslimlerle eşitlik kavramını eleştirmişlerdir. Fakat Nursi bu noktada Müslüman ile gayrimüslimin kanun önünde eşit olduğunu ve bunun Şeriat’a aykırı olmadığını ileri sürmüştür(Yardım 2016: 113).

   Said Nursi meşrutiyeti İslamiyet namına savunmuş, bunun için İstanbul’da meydanlarda, camilerde, kahvehanelerde nutuklar vermiştir; İstanbul’daki Kürt hamallara ve Doğu’daki aşiretlere meşrutiyeti anlatması, Nursi’yi diğer İslamcılardan ayıran toplumcu bir özelliğidir.

SONUÇ 

     İslamcılık; modernleşen Batı karşında Osmanlı devletinin çöküşünü engellemek ve ümmeti muhafaza etmek için geleneksel kaynaklardan beslenen bir Batı eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Bu eleştirel yaklaşım dinin, tarihten getirdiği yaşanış ve anlayış tarzlarına da karşı çıkmıştır. Böylelikle İslam’ın algılanış biçimine karşı duran İslamcılık, dini yenileme hareketi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan İslamcılık için, siyasi ve dini bir proje olduğunu söyleyebiliriz. Siyasi olarak; Batı’nın teknolojisinden yararlanarak, devleti eski gücüne kavuşturmayı amaçlamaktadır. Dini olarak; pozitivist felsefenin getirmiş olduğu ilerleme ve kalkınma ilkelerini, İslami zemine oturtarak günün koşullarına cevap vermektir(Kurtoğlu 2014: 202). 

   Modernleşme seli karşısında ayakta durmaya çalışan İslamcılık, İttihat-ı İslam fikrini öne sürmüş ve Japon modernleşmesini örnek olarak göstermiştir. Fakat diğer Müslüman milletlerin de Osmanlı içinde ayaklanması ve bürokratların modernleşmeyi, jakoben tavırlar ile uygulaması İslamcı düşüncenin ayakta kalmasını engelledi. Gerek İslamcı düşüncenin çağa ayak uyduramaması gerekse dönemin şartları gereği İslamcılar, İttihat-ı İslam’a ulaşma ve Japon modernleşmesi gibi bir değişimi göremediler.

    İslamcılar II. Abdulhamid’e muhalefetini de hem dini hem siyasi noktada yapmışlardır. Siyasi olarak; rejimin uyguladığı baskı politikaları, Abdulhamid’in tahtan indirilmesi ve meşrutiyete geçilmesi yönünde olmuştur. Dini olarak; istibdatın, Kuran’a ve Hz. Muhammed’in yaşantısına aykırı olduğu, dolayısıyla Abdulhamid’in halifelik makamına uygun olmayacağı yönündedir.

İslamcılar, II. Abdulhamid’e muhalefeti İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birlikte sürdürmüş fakat II. Meşrutiyetten sonra İttihatçıların ulusçu idealleri ve devrin getirdiği milliyetçilik ile beraber İslamcı düşüncenin geri plana atılmasına sebep olmuştur. Bu süreçten sonra İslamcı düşüncenin devleti ayakta tutamayacağı fikri yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Seküler dünya düzenine ayak uyduran İttihatçıların ulusçuluk fikri hakim olmuştur. Nitekim bu fikir Cumhuriyeti kuran kadronun temeli olmuştur.


[1] Bkz. NURSİ Said, Münazarat, http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat s. 34-35
[2]  a.g.e,  Divan-ı Harb-i Örfi, s.63
[3]  a.g.e, Tarihçe-i Hayat, s.57

Yararlanılan Kaynaklar

—AHMADY Enamullah (2012), Cemaleddin Afgani’nin Düşünce Dünyası, Yüksek Lisans Tezi, Konya
—ARABACI Caner (2019), “II. Abdülhamid’e İslâmcı Muhalefet”,  Sultan II. Abdülhamid Dönemi: Siyaset – İktisat – Dış Politika- Kültür – Eğitim, İstanbul: İZÜ Yayınları NO:26
—BOSTAN M. Hanefi (2019), “Said Halim Paşa ve Fikirleri”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, cilt 8, sayı:22/ Bahar
—BULAÇ Ali (2014), “İslam’ın Üç Siyaset Tarzı veya İslamcıların Üç Nesli”,  Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık,  4.b. İstanbul: İletişim
—ÇAYLAK Adem (2018), “İslam Siyasi Düşüncesi: Giriş, Kavramsal Çerçeve ve Tarihsel Çerçeve” İslam Siyasi Düşünceler Tarihi, 1. b. Ankara: Savaş Yayınevi
—ERSOY Mehmet Akif,“Gölgeler/Süleyman Nazif’e,“Vaiz Kürsüde”, “İstibdat”, Safahat,    https://safahat.diyanet.gov.tr
—HALİM Said, Buhranlarımız, Düzenleyen:  M. Ertuğrul Düzdağ, Tercüman 1001 Temel Eser (Basım yılı belirtilmemiş)
—İMAMOĞLU Abdulhavit (2017), “Mehmed Âkif’in Müslümana Bakışı”, 80 Yıl Sonra Mehmed Akif Bilgi Şöleni, Ankara: Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları 74
—KARABAŞOĞLU Metin(2014), “Said Nursi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık,  4.b. İstanbul: İletişim
—KARA İsmail (2014), “İslamcı Söylemin Kaynakları ve Gerçeklik Değeri”,  Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık,  4.b. İstanbul: İletişim
—KARA İsmail (2014), “İslam Düşüncesinde Paradigma Değişimi” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, 10. b. İstanbul: İletişim
—Kuran Meali https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf
—KURTOĞLU Zehra(2014), “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi ve Siyaset”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık,  4.b. İstanbul: İletişim  
—KURU Mehmet (2014), Cemaleddin Afgani’nin Osmanlı ve Kazanlı Türk Aydınları Üzerindeki Tesiri, Yüksek Lisans Tezi, Konya
—KÜÇÜK SEVİL Hülya (2005), İttihat ve Terakki Döneminde İslamcılık Hareketi(1908-1914), Doktora Tezi, Ankara
—MARDİN Şerif (2019), Din ve İdeoloji,  27. b. İstanbul: İletişim
—NİŞANCI Şükrü (2018), “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasi Akımlar”, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’nin Siyasal Hayatı, 3.b. Ankara: Savaş Yayınevi
—NURSİ Said,Tarihçe-i Hayat, Münazarat, Münazarat, Beyanat ve Tenvirler, http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat
—SERDAR Mehmet (1993), Cemaleddin Afgani: Hayatı ve Hareketinin Düşünsel Temelleri, Haksöz Dergisi, sayı: 27
—TUNAYA Tarık Zafer (1998), İslamcılık Cereyanı 1,  Cumhuriyet Gazetesi
—UĞRAŞ Mehmet (2018), “Türk Devletinin Devrimsel Dönüşümüne Katkı: Meşrutiyet Dönemi Dini Muhalefet”, İçtimaiyat Sosyal Bilimler Dergisi, yıl 2, sayı 1
—ÜLKEN Hilmi Ziya (1998), Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 5. b. Ülken Yayınları
—YARDIM Müşerref (2016), “Osmanlı İslamcıları ve İslami Yenilikçiler: Yakınsama ve Ayrışma”, SUTAD, Güz 2016; (40)

Download WordPress Themes Free
Free Download WordPress Themes
Free Download WordPress Themes
Download WordPress Themes
online free course
download karbonn firmware
Download Best WordPress Themes Free Download
udemy free download
Etiketler: II. AbdulhamidİslamcılıkİstibdatModernleşmeMuhalefet
TweetlePaylaşGönderPaylaşGönder
Reklam
Huzeyfe İşler

Huzeyfe İşler

Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde öğrenim görmekteyim. Siyasal ve Sosyal Bilimler alanlarında araştırmalar yapmaktayım. Beynelmilel Post Yazı İşleri

İlgili Postlar

Vekalet Savaşı
Uluslararası İlişkiler Sözlüğü

Vekalet Savaşı

Ahmetcan Uzlaşık
23 Eylül 2021
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT)
Uluslararası İlişkiler Sözlüğü

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT)

Ahmetcan Uzlaşık
2 Eylül 2021
Muhafazakârlık Ve Devlet: 1- Muhafâzakarlığın Temel Kaynakları
Politika

Muhafazakârlık Ve Devlet: 1- Muhafâzakarlığın Temel Kaynakları

Huzeyfe İşler
24 Ağustos 2021
FEODAL SİSTEMİN DOĞUŞU VE ÖZELLİKLERİ
Politika

FEODAL SİSTEMİN DOĞUŞU VE ÖZELLİKLERİ

Huzeyfe İşler
12 Ağustos 2021
Sonraki Post
Bretton-Woods-Nedir

Bretton Woods Sistemi Nedir? | Çöküş Nedenleri

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Gizlilik Politikası'nı okudum ve kabul ettim.

Reklam

Haftalık En Çok Okunanlar

  • Vestfalya Antlaşması Nedir?

    Vestfalya Barışı (1648) Nedir?

    0 Paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweetle 0
  • Marshall Planı Nedir? | Amacı | Türkiye’ye Etkileri

    0 Paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweetle 0
  • Sanayi Devrimi ve Sonuçları | Özellikleri

    0 Paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweetle 0
  • FIR Hattı Nedir? Türkiye – Yunanistan FIR Hattı Sorunu

    0 Paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweetle 0
  • Ortadoğu Neresidir? Türkiye Ortadoğu Ülkesi midir?

    0 Paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweetle 0
  • Norveç: Siyasi Yapısı, Merkez-Taşra Teşkilatı, Nordik Modeli

    0 Paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweetle 0

Kategoriler

Temel Kavramlar

Politika

Uluslararası İlişkiler

Hukuk

Bilim

Teknoloji

Tarih

Hakkımızda

Hakkımızda

Gizlilik Politikası

İletişim

Bizi Takip Edin

Beynelmilel Post © 2019. Tüm hakları saklıdır.

Download WordPress Themes
Download Best WordPress Themes Free Download
Free Download WordPress Themes
Premium WordPress Themes Download
udemy course download free
download mobile firmware
Premium WordPress Themes Download
udemy free download
Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
  • Anasayfa
  • Temel Kavramlar
  • Uluslararası İlişkiler
  • Politika
  • Ekonomi
  • Hukuk
  • Teknoloji
  • Hakkımızda
  • Yazar Başvuru
  • İletişim

Copyright © 2019 Tüm hakları saklıdır. Beynelmilel Post

Hesabınıza aşağıdan giriş yapabilirsiniz

Şifrenizi unuttunuz mu?

Kayıt olmak için aşağıdaki formları doldurun

Tüm alanlar zorunludur. Giriş

Şifrenizi geri alın

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi giriniz

Giriş