İbn-i Haldun, Mukaddime’de tarih biliminin açık bir tarifini yapmaz.Ancak kendi izlediği yöntemle tarih biliminin nasıl olması ve ve nasıl yapılması gerektiğinin örneğini verir.
Haldun’un tarih çalışması, çağdaş olan ve kendinden önceki tarihçileriden: kendinden önceki devletleri ve olayları hikaye ederek incelemesi bağlamında ayrılık göstermez. Ancak başka yönüyle o, yeni bir tarih anlayışı ortaya koyar. Bu farklılık içinde Haldun ilk olarak, kullandığı malzemeleri doğrulukları ve kullanılabilirlikleri yönünden ince bir analize tabi tutar. Bu malzemelerin gerçeklik değerini araştırır ve böylece tarih bilimini hikayecilikten kurtararak sonuçları üzerinde dururken aynı zamanda tarihte yaşananların belirli bir kanun ve kural çerçevesinde oluşup oluşmadığını, oluşmuşsa bu kanun ve kuralların neler olduğunu ortaya koymaya çalışır. Bu anlayış o derece gelişmiş bir bakış açısının ürünüdür ki: bugünün tarihçilerinin bile izlemesi gereken yöntemlerin ipuçlarını sunar. Haldun’un tarihi olaylarda bir düzenlilik ve nedensellik arama çabaları kendisinden yüzlerce yıl sonra ortaya atılacak olan doğrusal tarih teorisi yaklaşımlarında, ya da konjoktürel evrelerden geçerek ilerlediği şeklinde ileri sürülecektir.
Haldun’ göre, tarih, yalnızca geçmişteki olayları aktarma (nakletme) değil. Geçmişteki olayların bir çeşit sebep-sonuç ilişkisiyle birbirine bağlanmasındaki ilke ve etkileri belirleyen bir araştırma alanı ve pozitif bir bilimdir.
Bu yaklaşımın sonucunda Haldun, kendisinden önceki tarihçileri tenkit eder ve yalnızca rivayetlere ve anlatıya dayandıkları için onları eleştirir. Nitekim ona göre rivayet ve anlatıda bir analiz ve inceleme değil, bir tür kabul söz konusudur. Tarihçi, bir tür nakledici haline dönüşür ve kendisine gelen bilginin doğruluğu veya yanlışlığına bakmadan onu nakletme yolunu tutar. Bu ise tarihi bir tür malumatlar deposun, tarihçiyi ise bu malumatları aktaran şahıs konumuna dönüştürür. Oysa ona göre tarihin, kendi içinde analiz yapma gücü olan ve bunu yapabilmek için lazım olan aparatları geliştirmiş bir bilim olması gerekir.
Tam bu noktada Haldun’un tarih felsefesine en önemli katkılarından birisi gelir:
Haldun’a göre, tarihçi tarihi yazarken aktaracağı olay ve hikayeleri akıl, hikmet ve sosyal olayların oluşumlarındaki düzenliliğe tabi tutmalıdır. Bu yaklaşım, ondan yaklaşık 500 yıl sonra gelecek tarihçilerin bakış açısını yansıtır. Tarihi olaylar, psikoloji, sosyoloji, matematik, edebiyat vb. bilimlerle ve en önemlisi akılla test edilmelidir. Tarihçi, adeta tarihle konuşabilmelidir. Çünkü İbn-i Haldun’a göre bugün imkansız olan bir şey mutlaka geçmiş içinde imkansız olacaktır. Örneğin, bir tarihçinin geçmişteki herhangi bir olaya yönelik yazdıklarında ya da anlattıklarında, içinde bulunulan şimdiki zaman açısından bir imkansızlık varsa bu olayın tarihin bir döneminde gerçekleşmiş olması içinde bir imkansızlık söz konusu olacaktır. Bu nedenle sosyal olaylar anlatılırken umran’ın tabiat ve kanunlarına olan uygunluğu incelenmelidir. Nasıl ki maddi alemin kanunları varsa umran’ın da kanunları vardır ve tarihçi bu kanunları dikkate almak zorundadır.
Haldun burada tarihçinin, tabiatın ve insan doğasının kanunlarını bilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Tarihten bir olay nakleden tarihçi bu olayı önce medeniyetin kanunlarına , sonra akıl yolu ile insan doğasına sorgulatmalı ve uygunluğu halinde onu incelemeye almalıdır.
Haldun bir tarihçi ve sosyolog olarak ileri sürdüğü bu düşüncesi ile kendinden yaklaşık 600 yıl sonra gelecek olan klasik iktisadın mensuplarını etkilemiş gibi görünmektedir. Nitekim iktisadın bağımsız bir bilim dalı olarak geliştirilebilmesi sürecinde düşünürlerin tıpkı fiziki bilimlerin maddi dünyadaki değişmez kanunları bulmaları gibi, toplumsal alemdeki nedensellikleri, kanunları ve işleyiş mekanizmasını ortaya koyabilmekti. Haldun ,fiziki evrendeki işleyişin bağlı olduğu kurallar ve nedenselliklerin benzerlerinin sosyal alem için de olması gerektiğini ileri sürerek kendinden sonraki düşünürlere ilham kaynağı olmuştur. Sosyal alemde bir düzenlilik arama çabası, onun açıklanabilirliğini sağlama kaygısının bir ürünüdür. Nitekim belirli kurallara tabi olmayan bir kaotik sosyal dünya, tanımlanabilmekten ve açıklanabilmekten uzak kalacaktır.
Haldun’a göre tarihçiler sade nakle dayandıkları ve bunu yaparken akıldan ve diğer bilimlerin kanunlarından yardım almadıklarından ve toplumların değişmeden kaldıklarını farz ettiklerinden tarih yazımında ciddi hatalara düşmektedirler.
Haldun burada, diğer bilimlerle tarih arasında güçlü bir bağlantı kurmaya çalışarak , tarih ilminin bulgularını güçlendirme yolunu seçer. Bu yolla tarihin anlatı tarihçiliğinden kurtulacağını düşünür.
Haldun’ a göre tarihsel anlatılara yanlışların karışmasının nedeni;
Haberi nakledenlere fazla güven duyma, sosyal olayların kanunlarını bilmeme, tarihçinin ünlü kişileri övere onlardan faydalanmaya çalışması, tabiattaki nesnelerin ve nesnelere ait hareketlerin kanunlarını bilmeme, belirli görüş ve inançlara körü körüne bağlılık, haberi-olayı naklederken amacın ve olayın asıl önemini gözden kaçırma ve haberin doğru olduğu sanısına kapılma gibi nedenler yanlış tarih yazıcılığının en önemli nedenleridir.
Yazılarımızdan haberdar olmak için bizi takip etmeyi unutmayınız 🙂
Yararlanılan Kaynaklar:
1- Abdullah Mesud KÜÇÜKKALAY, İktisadi Düşünce Tarihi, BETA Basım, 2015, syf. 94-96