Feodalite zaman ve coğrafya anlamında Orta Çağ’ın tamamını kapsamaz. Orta Çağda Doğu’da, uygulanan siyasal rejim ile Avrupa’da uygulanan rejim arsında fark bulunmaktadır. Doğu’da uygulanan rejim mutlak monarşileri oluştururken Batı’da parçalanmış bir otorite olan feodal sistem uygulanmaktadır. Bu bakımdan bizim ele alacağımız temel nokta, Orta Çağ Avrupa’sında uygulanan rejim olacaktır.
5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu’nun çökmesi ile birlikte Avrupa yeni bir siyasal sisteme evrilmiştir. Bu yüzden feodal sisteme geçişte en önemli etken Batı Roma’nın çöküşü olmuştur. Çünkü ulaşım ve ticaret ağlarıyla yerel yönetimleri kapsayan güçlü bir merkezi bir yönetim mevcuttu. İmparatorluğun barbar istilaları sonucu yıkılmasıyla ulaşım ve ticaret ağları bozuldu, kentler kendi haline terk edildi. Bunun sonucu, ticaretin bozulmasıyla ekonomi sınırlı olan kırsal alana yöneldi. Kaldı ki merkezi hükümetin yıkılmasıyla yerele hizmet gidememesinin bir sonucu olarak ortalama ömür süresi kısalmış ve asgari geçim şartlarının altında yaşayan bir nüfus meydana gelmiştir. Bunun yanında barbar istilaları sonucu nüfusun büyük bir çoğunluğu yerinden edilmek zorunda kalmıştır.
Avrupa’da durum bir süre böyle devam ederken Frankların kralı Charlemange, Papalık ile ittifak yaparak, Roma İmparatorluğu’nu yeniden diriltmek istedi. Charlemange, kurduğu merkezi ve yukarıdan aşağı hiyerarşik sistem ile başarılı olmayı denedi fakat bu sistem, ülkeyi çok sayıda kontluk bölgesine ayırıyor ve üstelik kralın kontlarla ilişkisi, kişisel bağlılık ve sadakat üzerine dayanıyordu. Kontluk ve kişisel ilişiklerin bir sonucudur ki Charlemange öldükten sonra İmparatorluk dağılmıştır. İmparatorluğun dağılmasıyla her bir kontluk, yeni bir iktidar ortağı haline gelmiştir. Akdeniz’de Müslümanların ilerleyişi, Kuzey’deki ve Doğu’daki barbar kavimlerin istilaları; Avrupa’nın sorununun öncelikli olarak güvenlik olduğunu göstermektedir. Ayrıca iletişim ve ulaşım ağlarının bozuk olması, mecburi olarak para ekonomisinden tarıma dayalı ekonomiye geçiş, merkezi yönetime vergi gelmemesi dolaysıyla yerele yardım gidememesi ve kıta Avrupa içinde eşkıyalığın yaygınlaşması sonucu kendine has bir askeri rejim olan feodal sistem zorunlu olarak ortaya çıkmıştır.
Feodal sistemi oluşturan iki temel unsur bulunmaktadır. Bunlardan ilki; toprağa bağlı köylülerin bulunmasıdır. Feodal üretim tarzının temelini “manoryal” örgütlenme denilen toprağı terk etmesi yasak olan serflerin, kendilerine tahsis edilmiş veya feodal beye ait olan topraklarda karşılıksız çalışması oluşturmaktadır. Feodal sistemde toprak mülkiyeti ikiye ayrılmaktadır; zorla ve karşılıksız(angarya) ile işlenen toprak ve mülkiyeti feodal beye ait olan ama kullanım hakkı serfte bulunan topraktır. Bu sistemle köylü, efendinin toprağında karşılıksız olarak çalıştırılarak; efendinin, çiftçinin emeği sömürmesiyle gelir elde etmiş olduğu “emek rant” faktörü ortaya çıkmış olur. Aynı zamanda köylü, hem kendisine hem de efendiye üretmek zorunda olduğu için artı ürünü meydana getirmek zorundadır. Üstelik çiftçinin kullanımına bırakılan topraktan elde ettiği ürünün, efendi tarafından el konulması “ürün-rant” faktörünü de ortaya çıkarmaktadır. Bu bakımdan feodal sistem köylünü sömürülmesi, ona toprağın kullanımını vererek olur.
İkinci unsur ise “senyörlük” ilişkisidir. Bu sisteme göre ülkeyi elinde bulunduran lord, belirli bir toprak parçasını, bütün hakları ile beraber, diğer bir feodal beye devretmektedir. Kendisine toprak verilen vasal ile lord arasındaki ilişki; “commendatio” ile “gefalgschaft” ilişkilerinin birleşmesi sonucu oluşmaktadır. Commendatio; özgür ama güçsüz bir kimsenin, güçlü bir kimsenin himayesi altına girmesidir. Bu aslında Roma zamanından kalma bir uygulamadır. Gefalgschaft ise; kral ve yakın çevresinin, birbirlerine sadakat bağı ile bağlı olmalarını ifade eder. Bu da Roma’yı yıkan Germen kavimlerine ait bir özelliktir. Görüldüğü bu sistem Roma ve Germen kültüründen etkilenmiştir. Bu bakımdan lord ile vasal arasında kontrata veya hiyerarşik bir ilişkiden öte sevgi, sadakat gibi kişisel ilişkiler vardır.
Lord ile vasal arasındaki anlaşmanın esası, toprak üzerinedir. Lord, vasala “fief” denilen toprak parçasını bağışlar. Lordun, vasala toprak bağışlamasının sebebi; hem yukarıda bahsettiğimiz feodal sistemi hazırlayan güvenlik koşulları hem de vasalın, ekonomik olarak lorda borcunu ödeyebilmesidir. Lordun vasala toprak parçası vermesine karşın vasalın da lorda, asker ve silah yardımı sağlama veya danışmanlık yapma gibi görevleri vardır. Aslında lordlar, sırtını askeri sınıfa dayadıkları için aynı zamanda hukuki değil de sadakat üzerine bir sistemin sonucu olarak fiefler askeri sınıfa verilmiştir. Fakat belirtilmelidir ki lord ile vasal arasında yapılan fief anlaşmaları hukuki bir boyut kazanmıştır. Vasala sahip olduğu toprak üzerinde “immunitas”(imtiyaz) verilerek, toprağa bağlı bulunan kale ve köylüler hakkında her türlü düzenlemeyi yapma imkânı verilmektedir.
Lord ile vasal arasındaki ilişki hiyerarşik gibi görülebilmektedir fakat toprak sahibi olan feodal beyin, kendi toprağında imtiyaz sahibi olması, lordun yerelde gücünü azaltmaktadır. Ayrıca vasal, kendi toprak parçasından bir kısmını da aynı şekilde bir başka feodal beye verebilmektedir. Böylece kendisine toprak parçası verilen feodal bey, en tepedeki lorda veya krala karşı değil, yalnızca kendi senyörüne karşı sorumludur. Kısacası; “adamımın adamı, adamım değildir” anlayışı mevcuttur.
Görüldüğü feodal sistemde, lord-vasal ilişkisi, alttaki halkalara doğru yayılmaktadır. Bu durum kendini güçsüzleştiren ve neredeyse merkezi yönetimi bitiren bir sistemdir. En alttaki fief sahibi feodal bey, doğrudan krala karşı sorumlu olmadığı için yukarıdan aşağı bütünlük zayıftır. Bunun sonucunda bölünmüş bir otorite karşımıza çıkmaktadır.
Büyük yönetim birimlerinin parçalanmasıyla, birbiriyle savaşan küçük özerk bölgeler haline gelmiştir. Bunun nedeni; bir lordun birden fazla lordu olabiliyor ve kurulan her fief anlaşması, kişisel ilişkilere dayandığı için her fief bölgesinde farklılıklar meydana geliyordu. Yönetim askeri sınıfa dayandığı için her bir feodal beyin kendini, lorda karşı koruyacak gücü bulunmaktaydı. Kaldı ki anlaşılacağı üzere feodal sistemde kral, “primus inter pares” denilen yani “eşitler arası birinci” denilen konumdadır. Bu yüzden lord ile vasal hemen hemen eşit düzeydedir.
Feodal beylerin bu kadar güçlü olmasının bir sonucu olarak; lordun iradesinde bulunan fiefin, lordun buyruğu üzerine aktarılmasını değil kalıtsal olmasını meydana getirmiştir. Böylece toprak tamamen efendinin mülkiyeti haline gelmiştir. Toprak mülkiyetini elinde bulunduran senyör; emek, kira, vergi ve artı ürüne zorla sahip olabilme hakkını kendinde bulundurmuştur. Yukarıda bahsettiğimiz, birbiriyle savaşan küçük özerk bölgelerin varlığı, toprağa ve ona bağlı köylüye sahip olma arzusudur. Çünkü feodal sistemdeki temel ekonomik unsur, tarımdır. Tarımsal faaliyetin emek ihtiyacı köylüden sağlandığı için köylünün, toprağa bağlı kılınması, sömürünün devamlılığı içindir.
Feodal sistemdeki en önemli kurumun Kilise olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kilise, Avrupa’da geniş toprak sahibiydi. Topraklar, aynı şekilde lord tarından fief ile veriliyordu. Kilise’nin siyasal güç haline gelmesi ise daha geç dönemde gerçekleşecektir. Avrupa’da Kilise’nin güç elde edebilmesinin dönüm noktası; Papa VII. Gregorius’un Kilise’nin, dünyevi iktidara üstünlük iddiası idi. Papa, başlangıçta kral tarafından fief verilen toprakları Kilise dışına itti. Ardından bu toprakların içinde bulunan, manastırlar ve piskoposlar da aynı şekilde aforoz edildi. Papa manastırların Roma’nın denetiminde olmasını istiyordu. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, Papa’nın bu hamlesine karşı Roma’ya savaş açtı ve bunun sonucu imparator Papa tarafından aforoz edildi. Aforoz sonucunda desteği yitiren imparator Papa ile uzlaşmak zorunda kaldı. Bunun sonucunda Papa piskopos atamalarında tek yetkili hale geldi.
Bu olay yalnızca Papa’nın dini otoritesini sağlamlaştırması olarak algılanmamalı, aforoz yetkisiyle dünyevi iktidarı yönlendiren bir kurum haline gelmiştir. Çünkü Papa, imparatorun yasalarına tabi değildi ve her iktidar Tanrı’dan geldiğine göre krallar, Tanrı’nın temsilcisi olan Papa’ya itaat etmelidir. Bu düşünce daha sonra Gelasius’un iki kılıç kuramı ile taçlanacaktır. Kilise’nin dünyevi iktidara en büyük etkisi, Haçlı Seferleri’nde kendisini gösterecektir. Görüldüğü gibi Kilise, Orta Çağ Avrupa’sında aforoz yetkisiyle siyasal iktidarlar üzerinde ciddi bir etkisi olmuştur.
Tüm bu bilgilerden yola çıkarak feodal sistem; iktidarın yokluğu değil, çokluğudur. Lord ve ona sadakatle bağlı olan vasallar arasında iktidarın paylaşılmasıdır. Bu sistemde her bir feodal bey kendi toprağında hüküm sürdüğü için iktidar paçalanmıştır. Aslında bugünkü anlamda devlet bile diyemeyeceğimiz merkezi otoriten yoksun yapıdadır. Bu dönem için feodal anarşi dönemi de denmektedir. Yani haklarını korumak için kişisel güç kullanan, küçük ve imtiyazlı sınıfların birbiriyle savaştığı yönetim biçimidir.
KAYNAKÇA
Ayhan Yalçınkaya, “Orta Çağ ve Feodalite: Bitmeyen Tartışma ve Siyasal Düşünce”, Sokrates’ten Jakobenler Batı’da Siyasal Düşünceler, editör: Mehmet Ali Ağaoğulları, 7.b. ,2016, İstanbul: İletişim Yayınları
Çetin Yetkin, Siyasal Düşünceler Tarihi, c.1, 2.b., 2012, İstanbul: Gürer Yayınları
Gianfranco Poggi, Çağdaş Devletin Gelişimi: Sosyolojik Bir Yaklaşım, çeviren: Şule Kut, Binnaz Toprak, 1.b., 1991, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları
Mehmet Ali Ağaoğulları, Levent Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, 1.b. 1991, Ankara: İmge Kitapevi Yayınları